Erdinç, Enis, Şahabettin, Necmiye(Sezgin), Sumru,
Cihan, Ayla, Cüneyt, Alper, Erhun hatırlayabildiğim ilk arkadaşlarım. Bizler
Bahriye Hoca'nın sınıfındayız, bir de Gönül Hoca'nın okuttuğu şube var.
Erdinç çok hızlı koşuyor, zil çaldığında bahçede ilk yerini alanlardan. Cihan bizden 1 yaş küçük olduğu için en ufak tefek o içimizde.
Kızlar kafasına nedense beyaz bir kurdela takmak zorunda. Bazılarımızın
kafasında kendinden büyük kurdelalar var. Benim kurdela da benden büyük. Kolalanıyor
falan bu kurdelalar...
Fall in love: Necmiye(Sezgin) var hayatımda artık, çok seviyorum. İlk gerçek
arkadaş, lise sona kadar hiç ayrılmıyoruz. Sonrasında çok az da görebilsem
varlığı bana güç vermeye devam ediyor hep.
Bahriye Hoca çok sert, disiplinli bir hoca. Ödümüz kopuyor. İlk günler:
Kese torbalarda fasulyelerimiz, nohutlarımız oluyor, onları diziyoruz..
Sonra fişlerimiz var, kesip-birleştiriyoruz falan. "Ali topu at". Okumaya
başlayanlara kırmızı kurdela takılıyor. Gurur verici bir durum.
O zamanlar, öğretmenler geçerken yolun kenarına geçip selam verme zorunluluğu var, nefret ediyorum oyunu bırakıp hocalara selam vermekten. 5 taş, 30 taş, 9-8 lastik oyunu, kafalı sek sek, normal sek-sek biz kızların oyunları. O zamanlar Burhaniye’de sek-sek çizilmiş olmayan kaldırım, cebinde 5 taşı olmayan çocuk yok neredeyse.
O zamanlar, öğretmenler geçerken yolun kenarına geçip selam verme zorunluluğu var, nefret ediyorum oyunu bırakıp hocalara selam vermekten. 5 taş, 30 taş, 9-8 lastik oyunu, kafalı sek sek, normal sek-sek biz kızların oyunları. O zamanlar Burhaniye’de sek-sek çizilmiş olmayan kaldırım, cebinde 5 taşı olmayan çocuk yok neredeyse.
İlk hayat bilgisi dersi: 2. sınıftayım sanırım, sınıf başkanı oluyorum. Öğretmen, "derse geç kalacağım, konuşanları tahtaya yaz." diyor. Yaramazca bir grup
oğlanın isimlerini yazıyorum tahtaya. Bahriye Hoca gelince dövüyor bunları.
Teneffüste de oğlanlar beni dövüyor, senin yüzünden dayak yedik diye. Bayağı da
hırpalıyorlar beni.
O zamanlar leblebi tozu, gazoz en ‘in’ yiyecekler. Karşıdaki bakkaldan
leblebi tozu alıyoruz. Leblebi tozlarını birbirimize püskürtmeye bayılıyoruz.
Sürekli sümüklerimiz akıyor, mendil konsepti falan yok. Belki de ben
kullanmıyorum. Sümüklerimizi önlüğün koluna siliyoruz. Önlüklerin kolları
pırıl, pırıl. Aaaaa ben silmemiştim demeyin şimdi, hepinizin silmişliği vardır.
Okul çıkışı çantaları ileriye doğru ata ata eve gitmek moda. Kim çantasını daha
ileriye atabilecek bakalım!
Okulun yanındaki Sundurma Sokağı ile ilgili rivayetler var. Orada ak
sakallı bir dede yaşıyormuş, çocukları topluyormuş falan diye (Korkak toplumlar
böyle yaratılıyor işte, sosyologlar üzerinde çalışabilir). Mahallede "dede" gördüğünü iddia eden bir sürü insan var. Bize vız geliyor ama Sundurma Sokağı'ndan da vızzzz diye geçiyoruz. Geçmem lazım çünkü Ayla’lara gidiyorum
oradan.
Okulun karşısında bir tulumba var, oğlanların o tulumbadan aldıkları
sularla yaptıkları su savaşları bile bitiremedi Burhaniyemin yeraltı sularını.
Canım Sumru, ne hanım kız... Çok güzel bir bahçeleri var, onlara ders çalışmaya
gidiyorum. Kanser olduğunda Amerika’dan dönmüş ve Ankara’da hastanede yatmış bir
süre. Keşke onu gidip ziyaret etseydim. Büyük pişmanlık duyuyorum şimdi bunu
yapmadığım için. Nurlar içinde yatsın.
4. sınıfta Bahriye Hoca emekli oluyor, Fetullah Hoca geliyor yerine. Allah'ım bu ne ‘large’ bir hoca! Kafamızdaki hoca konseptine hiç uygun değil, abandone oluyoruz.
5. sınıfa geldik. Anadolu Lisesi ve Fen Lisesi sınavlarına girilecek. Necmiye
ile Balıkesir'e götürüyor bizi Necmiye’nin babası. Onların bir tanıdığında
kalıyoruz. Anadolu Lisesi sınavlarının ilk basamağını kazananıyorum. Okul merdivenlerine
çıkıyorum ve Fetullah hoca beni tebrik ediyor; hiç ders almadan kazandın aferin
diye. Gururluyum. Ama o yazı 2. sınava çalışmak için zehir ediyor babam. Öğretmenevleri'nin tadını çıkaramıyorum. Bursa Anadolu Lisesi 1 puanla kaçıyor,
şimdi Burhaniye Ortaokulu zamanı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder